Yurtdışı Seyahat

Roma

Haziran 23, 2018
İtalya’nın en güzel şehirlerinden. Hatta dünyanın en güzel şehirlerinden.
Yurtdışına çıkmış olanlardan Roma’yı görmeyen neredeyse yoktur. Gitmediyseniz bile Roma hakkında mutlaka bilginiz vardır.
Daha önce görmemiş olanlar ya da bizim gözümüzden görmek isteyenler için biz de çiziktirelim bir şeyler o zaman…
Yazıya birinci çoğul ağzıyla başladığıma dikkat etmişsinizdir. Birinci çoğul, birinci çoğul olalı böyle çoğulluk görmemiştir inanın. Çünkü Roma’ya tam 8 kişi gittik. Evet evet tam 8 kız! Tur şirketiyle değil, münferit gittik hem de. Biz bir tane bile göremiyoruz, sen 8 kızı nerden buldun diyorsanız bizim okuduğumuz yerde onlardan çok vardı. Ben de en iyi 7 tanesini aldım attım bir kenara yıllardır tepe tepe seviyorum. 🙂
Beşiktaş Kız Lisesi’nde 1984’te başlayan arkadaşlığımız araya zorunlu ayrılıklar girse de neredeyse hiç kopmadan devam etti. Çoluk çocuğunu hatta torununu büyütenlerle artık gezmeye, birlikte güzel yerler keşfetmeye başlamıştık zaten. Bari yazımı okuyanlar hatırlayacaktır…

http://www.sibelakin.com.tr/2015/

Bu sefer yine 3 – 4 kişi ancak gideriz derken herkes işini gücünü ayarladı ve tam 8 kız attık kendimizi Roma’nın kollarına. Bu cümle üzerine 8 kızın Roma “maceralarını” okuyacağını sanan varsa okumayı burda bırakabilir; biraz sokaklar, çokça da yemek anlatacağım çünkü. İtalyan erkekleriyle tanışmak için Roma’ya gitmeyi düşünen varsa o düşünceden de şimdi vazgeçsin çünkü İtalya’da en az İtalyan göreceğiniz yer Roma’dır. Dünyanın neredeyse bir numaralı turistik şehri olduğu için özellikle gündüzleri dünyanın değişik yerlerinden gelmiş turistler dışında yerliye rastlama olasılığınız pek azdır.
Roma’ya daha önce 3 kez gittiğimden benim için görecek müze ya da tarihi eser kalmadığı için ben tabir-i caizse elimi kolumu sallaya sallaya gezdim. İlk kez gidecekler için görülmesi gereken başlıca yerleri kısa açıklamalarıyla yazayım.
Başlıkların altındaki ilk fotoğraflar bu gidişimden. Diğerleri, 2000 ve 2003 yıllarında değişik aylardan.
Colosseum  – Kolezyum
M.S. 82 yılında yapılan ve orijinal adı Ampfitheatrum Flavium (Flavium Anfitiyatrosu) olan Kolezyum, dönemin en önemli seyirlik eğlencesi olan gladyatör arenasıymış. Büyük ölçüde yıkılmış olsa da zamanında ne kadar muhteşem bir yapı olduğunun izlerini hala taşıyor.  Günümüz futbol eğlencesinin başka bir versiyonu olduğunu iddia edebileceğim gladyatör dövüşlerinde ne kanlı mücadeleler yapıldığını anlatıp bu keyifli yazıya en başından limon sıkmayayım.
Tabanı artık yerinde olmadığı için gladyatörlerin ve vahşi  hayvanların tutulduğu kısmı yukarıdan rahatlıkla görebiliyorsunuz. Yalnız yapının azameti fotoğraftan anlaşılır gibi değil. Roma’ya giden herkesin mutlaka görmesi gereken Kolezyum, hala pek çok sembolik değer taşıyor.
Kapının önünde birkaç euroya modern gladyatörlerle fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Zamanında Romalı kadınların hayalini süsleyen gladyatörlerle fotoğraf çektirme fırsatını da kaçırmayın derim.  Ben ilk gittiğimde çektirmiştim.
Ay bi de havalı pozlar vermişim ki, Allahım! Şu gençlik ne fena şey gerçekten de.

Arco di Constantino – Konstantinus Zafer Takı

Kolezyum’un hemen karşısındaki Konstantinus Takı,  ilk Hristiyan Roma İmparatoru Konstantin’in Maxentius’u yenmesi şerefine diğer tapınaklardan parçalar getirilerek 4. yüzyılda yapılmıştır.  Roma’da hala ayakta olan en eski taktır.

Piazza Repubblica – Cumhuriyet Meydanı

Adı üstüne Cumhuriyet Meydanı. Bu kadar bilseniz yeter. Hem onca basamağı çıkınca güzel bir manzaradan çok daha fazlası yok hem de daha meşhur başka basamaklar var.

Vatikan

Dünyanın en enteresan yerlerinden biri. Taksim Meydanı’ndan biraz daha büyük bir yer olan bu kutsal mekanın, dünyanın en küçük ama en engin ülkelerinden biri olduğunu söylesek yanlış olmaz.  Katolik mezhebinin yönetim yeri olan Vatikan, külçe altın rezervi, medyaya ve siyasete olan etkisi, kimi papaların sır ölümleri ve çocuk tacizleriyle gündeme gelip her daim gizemini korumuştur.
Aziz Petrus Meydanına bakan Aziz Petrus Kilisesi Vatikan’ın en temel yapısıdır. Bu meydanda, önemli dini günler ve bayramlarda çok büyük törenler düzenlenir ve Papa halkla uzaktan da olsa kucaklaşır.

İlk gidişlerimde Dan Brown’un Da Vinci’nin Şifresi kitabı daha çıkmadığı için Sistine Şapeli’ne gerekli önemi veremesem de uzun uzun gezmiştim. Michelangelo’nun meşhur tablosu “Adem’in Yaratılışı” Sistine Şapeli’nin tavanını süslemektedir. Ben daha önce çekmemiştim ki- çektiğiniz mesafeden normal bir makineyle çıkma şansı pek yok, ben size kendi elcağımızla yaptığım 6.000 parçalık puzzle’ını göstereyim.

Fontana di Trevi – Aşk Çeşmesi
Aslında Poli Sarayı’nın bir köşesidir. Barok mimarının güzel örneklerinden olması ve doğru pazarlamayla Roma’nın simge yerlerinden biri olmuştur. Gerçi güzel yapı Allah için. Türkçe’ye çevirdiğinizde Üç Yol Çeşmesi olması gerekirken Aşk Çeşmesi diyoruz. Ülkecek aşka ihtiyacımız varsa demek…
Ben yıllardır gidiyorum ama daha gerçek aşkı bulamadım. Bunda çeşmenin bakımına harcandığını bildiğim dilek paralarından hiç atmamanın da etkisi var mıdır bilmem ama olsun yine de kaptırmayacağım o kıymetli paracıklarımı Aşk Çeşmesi’ne. 😉
Yakın zamanda tadilatı biten ve tertemiz bir görünüme kavuşan Aşk Çeşmesi etrafında fotoğraf çektirmek öyle her babayiğidin harcı değil yalnız.  O kadar kalabalık ki değil fotoğraf çektirmek, para atmak için bile boşluk bulunmuyor bazen. Sabırla sıranızı bekleyecek, bir fırsatını kollayacak ve bulduğunuzda da hemen çektireceksiniz afilli fotoğrafınızı.
Bu arada size başka bir gereksiz bilgi vereyim;  aşk kelimesi Arapça “Aşeka”dan geliyormuş. Aşeka, bir ağacı saran, besinini ağaçtan alan ve zaman içinde ağacı kurutarak öldüren sarmaşığa denirmiş. Buyrun, biz bir şey biliyoruz da aşık olmuyoruz değil mi?.. 🙂

Evet bir zamanlar ben ve fularlarım… 

İspanyol Merdivenleri

Alın size  Roma’nın en meşhur yerlerinden biri daha. Bir merdiven nasıl bu kadar ünlü olabilir demeyin, oluyor işte. Hep diyorum ya, doğru tanıtım ve pazarlamayla artık her şey mümkün.
Merdivenlerin meşhur olması dışında fazla bir numarası yok ama istemeseniz de bir şekilde bu meydana yolunuz düşecek. Onun için boşuna direnmeyin; gelin ve 135 basamaklı bu yerde oturup soluklanın, fotoğraf çektirin, sağı solu kesin ama yemek yemeyin; çünkü yasak.

Navona Meydanı

İtalya’da en sevdiğim yerlerden. Çok turistik ama olsun seviyorum ben. Koca meydanda her daim güzel bir hareket var ama öyle boğucu değil. Dört Nehir Çeşmesi var ama Aşk Çeşmesi kadar meşhur olmadığı için tıklım tıkış kalabalık da değil. Alın size Roma’da keyifle uzun uzun vakit geçirebileceğiniz bir yer daha…
Oval şekli M.S. 1. yıllarda burada bir stadyum olmasından. Şu anki haline 1600’lerde kavuşmuş. Audrey Hepburn ve Gregory Peck’in unutulmaz Roma Tatili filminde Gregory Peck’in küçük çatı dairesi bu güzel meydana bakıyordu. Bendenizin yukarıdan bakamadığı için yatarak bakmışlığı da vardır. 🙂
 

Pantheon

Roma’nın çok tanrılı inanış zamanlarından kaldığı söylenen Pantheon, ilk olarak M.Ö. 27 yılında yapılmış ama yangınlar sebebiyle zarar görmesiyle son haline M.S. 118’de kavuşmuş. Yuvarlak beton kubbesiyle dikkat çeken yapı, pagan tapınağı iken artık Meryem adaya adanmış bir Katolik Kilisesi. Vatikan’da bulunan meşhur “Atina Okulu” tablosunun 37 yaşında ölen Rafael’inin mezarı da bu kilisedeymiş. Bunu geldikten sonra öğrendim gerçi ama olsun, geç gelen bilgi de bilgidir sonuçta. Bir turist için buraya dair verebileceğim en önemli detay, Roma’da en güzel kahveyi buraya çok yakın Caffe Tazza D’oro’da içebileceğiniz.  http://www.tazzadorocoffeeshop.com
Unutmayın fazla kahve bünyeye, fazla bilgi akla zarar.  Taam ya bunu şimdi uydurdum. Neyse biz devam edelim.
Her şehrin belirli bir gezme süresi var. Biz en genç, en dinamik zamanlarımızda 1 günde bütün bir şehri hem de yürüyerek gezmiştik. Yaşı 25’den büyük olanlara bunu kesinlikle tavsiye etmiyorum.
Yaş tavsiyesi vermek gerekirse:
18 – 25 yaş – 1 gün
26 – 34 yaş – 2 gün
36 – 45 yaş – 3 gün
46 – 60 yaş – 4 gün
35 yaşı neden yazmadığımı soracak olursanız o yaşlardan yapacak daha başka işleriniz olabilir. Daha yolu yarılayıp şiirler yazacaksınız filan ohooo… uzun iş. Kim gider o yaşlarda Roma’ya…
Seyahatimize dönersek, Türk Hava Yolları’nın indirimli biletlerinden 8 tane bulup direk uçuşla Roma’ya uçtuk. Baktılar biz yakaladığımız her bileti sömürüyor, atıyoruz kendimizi yaban ellere, o tarihten beri ucuz bilet yapmıyorlar. 99$’dan başladığı söylenen ama sayfaya girince en ucuzunu 200 dolara bulduğunuz biletlerle ilgili yazılı sözlü her türlü şikayetimi iletiyorum ama nafile tabi.
8 kişi seyahat yapmanın maddi manevi külfeti vardır sanıyorduk ama biz hiç zorlanmadık. Aksine o kadar keyifli ve ekonomik bir seyahat oldu ki anlatamam. Gidiş-dönüş biletimiz 300TL bile değildi. Otel yerine Airbnb’den büyük bir daire tuttuk. 3 gece için kişi başı toplam 300TL ödedik. Yani Roma’ya gidiş-geliş ve konaklamamız 600TL tuttu. E o zaman arta kalan paralarımızla ne yapmalıyız? Yeeeemmmeekkk!!!..
Durun durun daha yemeğe var. Önce alandan eve ulaşalım.
8 kişi olunca havalimanından transfer için şoförlü bir minibüs kiraladık. Şehre ulaşmak en fazla yarım saat sürdüğü için ucuz ve keyifli bir yolculuk oldu. Kaldığımız ev, Roma’nın tam kalbinde olmamakla beraber Collesium’a yürüyerek 5 dakika mesafede, çok güzel bir yerdeydi. Kocaman odaları, geniş banyoları ve yüksek tavanıyla eski ama çok bakımlı bir daireydi.
Gittiğimiz mevsime rağmen genelde güneşli havasıyla Roma bizi çok güzel ağırladı. Ta ki döneceğimiz güne kadar.  Son günkü yağmurla acısını çıkardı ama olsun.
Roma’ya ilk kez gelen arkadaşlarımız gündüzleri tarihi yerleri gezdiler. Biz de o sırada aylak aylak dolaştık Roma’nın cıvıl cıvıl sokaklarında.
İtalya’nın pek çok şehri gibi Roma’da herhangi bir sokaktan başlayıp rastgele dolaştığınızda karşınıza pek çok güzellik çıkacaktır zaten. Her bir köşesi bu kadar güzel, bu kadar sürprizlerle dolu başka bir şehir neredeyse yoktur. Yüzyıllardır korunmuş binalar, meydanlar, çeşmeler, heykeller insanın başını döndürecek cinsten. Yazmakla, fotoğrafla olmaz. Gidip kendi gözlerinizle görmelisiniz. Hatta pek çoklarının yaptığı gibi gitmişken bir de Roma Başkonsolosluğunda evleniverin.  🙂
Hadi gittiniz, ne yiyip ne içeceksiniz oralarda?..  Turistik yayınlar, tarihi yerlerin yapılış tarihinden,  işlevinden, sahibinin burcundan, mimarının ayakkabı numarasına kadar her detayı yazıyor ama nerde güzel yemek yiyebileceğinizi, kahve içebileceğinizi yazmıyor. Bu sebepledir ki Roma’ya bundan önceki 3 gidişimde de neredeyse aç kalmış, rastgele bulduğum bir yer dışında hiç güzel yemek yiyememiştim. Gurme arkadaşlarım ve yılların tecrübesi sayesinde artık böyle bir sıkıntım kalmadı çok şükür. Sizin de bu satırlardaki arkadaşınız benim ve tavsiye ettiğim yerlere gittiğinizde bana teşekkür edeceksiniz, benim her seferinde onlara yaptığım gibi. Teşekkür edemiyorsanız “allah razı olsun” yazıp evrene yollayın, ben ordan alırım.
Geleneksel komikliğimi de yaptığıma göre yemeğe geçebiliriz.
En bingo seçimimiz ilk gece gittiğimiz Cul de Sac isimli küçük ama çok güzel bir restoranı. http://www.enotecaculdesacroma.it Navona Meydanı’nın bitişiğinde çok keyifli bir sokak içindeki Cul De Sac, küçücük ama hem çok lezzetli hem de çok ucuzdu. Burası aynı zamanda şaraplarıyla da meşhurmuş. Biz yemeklerden birer tane söyleyip hepimiz bölüştük; beğendiklerimizden tekrar sipariş verdik. Hem her şeyden tatmış olduk, hem de oldukça ekonomik bir hesap ödedik. 8 kişi her şeyden yedik içtik, 2 – 3 şişe şarap dahil kişi başı 20-25 euro hesap verdik. Yurtdışında hesabı Türk Lirası’yla çarpıp çevirmeyeceksiniz, onların 25 Lirası diye düşüneceksiniz. Yoksa zaten euro olmuş neredeyse 4TL. Bu hesaba göre hiç bir yere gitmeyin, oturun oturduğunuz yerde. Aaa kızdırmayın adamı…
Komiklikten sonra agresyonumu da attığıma göre devam edebilirim. Ertesi gün kızlar görülmesi elzem yerlerde taban patlatıyorken Trastevere’ye yakın bir yerde öğlen yemeği yedik. https://www.tripadvisor.it/Restaurant_Review-g187791-d1155578-Reviews-Hostaria_Pizzeria_Dino_Toni-Rome_Lazio.html  Web sayfası olmayan ve oldukça lokal bir yer olan Hostaria Dino e Toni, benim gibi turistik lokanta sevmeyenler için ideal. Bu sebeple şehir merkezine de yürüyerek biraz uzak ama yemeklerin lezzeti için değer. Cem Yılmaz’a selam çakıp usta, sen masayı donat, (iki elinizle de tabak işareti yaparak) ortaya kafana göre bir şeyler getir diyorsunuz ve getiriyorlar. Fotoğraflarda kötü gözüktüğüne bakmayın. Hem cep telefonuyla çekildiği, hem ben çektiğim, hem de aç çektiğim için öyle kötüler. Yoksa lezzetleri inanılmaz.
İtalya’da pek çok küçük lokanta gibi öğlen ve akşamları açıklar. En geç 15.00’te kapatıyorlar. Bu yüzden 13.00 – 13.30 gibi orda olacaksınız ki rahat rahat yiyin yemeğinizi.
Hassasiyeti olanlar için yazayım; bu yazıda görünen bütün etler dana eti. Zaten korkmayın, hiçbir yabancı ülkede öyle yanlışlıkla domuz eti filan da yemezsiniz. Yabancıları uyarırlar ya da beyaza yakın renginden anlarsınız.
Akşam yemeğe gittiğimiz pizzacıda çektirdiğimiz fotoğrafların hiçbirinde kendimi beğenmeyince buraya fotoğraf koymuyorum. Kızlar kusura bakmayın artık. Biz filan diye başladım ama kendi bloğumda kötü fotoğrafımı koyacak halim yok. O kadar da “biz” değil. :))
Roma’da şimdiye kadar pek iyi pizzacı da bulamadığım için Pizza Re, çölde vaha gibi geldi. http://www.pizzare.it Sadece pizza olduğu için menüde aklınızı çelecek fazla bir şey yoktu. O yüzden abandık pizzaya. Fiyatları da makul olduğu için güzel pizza yemek isteyen herkese öneririm.
Biz gitmedik ama Pizza Re’den daha iyi olduğunu duyduğum bir pizzacı da “Ristorante Ai Marmi” Orası Trastevere’deymiş. Bir daha gidişimde mutlaka gitmek üzere buraya not alıyorum.  https://www.tripadvisor.it/Restaurant_Review-g187791-d1014758-Reviews-Pizzeria_Ai_Marmi-Rome_Lazio.html
Bizim gidemediğimiz ama hem size hem de kendime ileride tavsiye olması açısından diğer restaurantları da kısaca yazıyorum.
En havalısını başa yazayım ki sonra atlanmasın.
La Zanzara 
Roma’nın Lucca’sı deniyor.  Roma’da da piyasa yapmak isteyenlere duyurulur. Gitme niyetindeyseniz, şık giyinip daha çok iş çıkış saatlerini tercih edecekseniz.
Dal Bolognese
Bolonez görünce makarnacı sanmayın hemen. Bologna mutfağından her çeşit yemek var. Popolo Meydanı’na yakınsanız ve biraz şık bir yer arıyorsanız burayı tercih edebilirsiniz.
Trattoria da Cesare
Trattoria adını gördüğünüzde güvenerek girebilirsiniz. Bizdeki lokantalara karşılık gelebileceğini söyleyebilirim. Hem makul fiyatlı hem de lezzetli olurlar. Çarşamba günleri kapalı olduğunu unutmayın yalnız.
Ristorante alla Rampa 
Roma’yı turist gibi gezenler için öneriyorum. Öğlen vakti İspanyol Merdivenleri’ni gezip yorulduysanız ve acıktıysanız hemen yanındaki Rampa tam size göre.
Il Gabriello
İspanyol Merdivenleri’nden ayrılmaya niyetim yok, akşam da burada güzel bir yerde yemek yemek istiyorum diyorsanız Il Gabriello. Bir daha gittiğimde mutlaka gitmek istediğim yerlerden biri.
Trattoria al Moro
Ben Aşk Çeşmesi’ne daha yakınım, bana daha uygun bir yer yok mu diyenlere de önerim burası.
Ristorante Le Tamerici
Aşk Çeşmesi civarında ama lokal bir yerde güzel balık yemek isteyenler için tavsiye olunur.
Nino
Çok merkezi değil, sitesi de çok cazip gelmiyor olabilir ama 1934’ten beri açık olan bir restorana gözünüz kapalı gidin bence.
Trattoria da Teo
En lokal önerilerden biri de burasıydı. Trastevere civarında ve ünlü yönetmen Ferzan Özpetek’in müdavim olduğu yerlerdenmiş. Son filmini (İstanbul Kırmızısı) beğenmesem de bu kadar güzel film çeken adam güzel yemek yiyordur’dan hareketle ben buraya giderim arkadaş.
Trattoria Tritone
Çok şık bir yer arayanlara tavsiye ediliyor.
La Pergola
Çok para kazanırsam ancak gidebileceğim bu yeri ileride kendime özellikle not olarak paylaşıyorum.
Ertesi gün Roma’da yaşamış bir arkadaşımın tavsiyesiyle Roma’ya trenle 30-40 dakika mesafedeki Frascati’ye gitmeye karar verdik.
Bilmediğim yerlere gitmeden mutlaka google’dan  araştırma yaparım, fotoğraflarına bakarım. Aşağıdaki gibi güzel fotoları görünce Frascati’nin mutlaka görülmeye değer bir yer olduğunu düşünmüştüm.
O gün sabah hava biraz kapalıydı ama klasik Türk iyimserliğiyle gidene kadar açılır diye ümit ettik.
Dükkanda dar olan kotun giyildikçe açılacağına inanmak gibi…
Arayacağını söyleyen o adamın arayacağına inanmak gibi…
Türkiye’de bir gün gerçek demokrasinin geleceğine inanmak gibi…
Her zamanki iyimserliğimiz işe yaramadı, o kot hala dar, o çocuk aramadı, demokrasi gelmedi ve Frascati’de hava açmadı. Açmadığı gibi bi de yağmur yağdı iyi mi?! Zaten beklediğimiz kadar değil hiç güzel bir yer değildi. Oranın mevsimi olmadığından belki sokaklar bomboştu. Cafelerin, lokantaların hemen hepsi kapalıydı. Zar zor yiyecek bir pastane bulduk da öğlen karnımızı doyurduk. Sezonda gidenler cafeleri, şarapları çok önerseler de ben Frascati’yi hiç önermediğim için yemek önerisi de yapmıyorum.
Frascati’ye gidip dönene kadar öğleden sonra oldu ve ancak akşamüstü kahvesi içecek kadar bir vaktimiz kaldı. Daha önce onlarca kere önünden geçmeme rağmen hiç görmediğim tarihi Greco Cafe’ye gittik. http://www.anticocaffegreco.eu İspanyol Merdivenlerine arkanızı verdiğinizde tam karşınızdaki cadde Via Condotti. Caddenin hemen başında. Roma’ya gidenler bu cafeyi kesinlikle atlamayın. Kahve ve tatlı fiyatları dışarıya göre pahalı olsa da servisi, atmosferi ve keyfi için değer.
1760 yılında kurulan tam 257 yıllık cafe günümüze kadar aynen korunmuş. Oturduğunuz yerlere yıllar önce Goethe’nin, Wagner’in, Baudaliere’in oturduğunu bilmek öyle değişik bir duygu ki. Bizim ülkemizde eksikliğini en çok çektiğimiz şeydir bu; geçmişe ait pek çok yerin artık yaşamıyor olması. Bu yerlere sahip çıkmamak sanki geçmişimizin de silinmesi gibi geliyor bana. Yazılarımda sürekli bundan şikayet ettiğimin farkındayım ama ne yapayım ben de bu eski yapılar ve yaşanmışlıklar yani toplumsal hafıza konusunda hassasım işte.
En güzel yemeği farkında olmadan en son akşama saklamışız. http://www.tullioristorante.it
Güzel bir yer olduğunu tahmin ediyorduk elbette ama bu kadar güzel çıkacağını hiç tahmin etmemiştik. İçeri girer girmez dekorasyonundan, peçetelerden ve garsonların yaşından güzel bir yer olduğunu hemen anladık. Alın size bir ipucu daha. İtalya’da garsonlar ne kadar yaşlıysa mekan o kadar eski ve iyidir. Tecrübeyle sabit. O yaşlı garsonlardan birinin bana yazması da -hadi kompliman diyelim; İtalyan erkekleri sizi rahatsız etmeden “yazdığı” için buna kompliman yapıyor demek daha doğru olur – tecrübeyle sabittir. 🙂 Bir de taksi şoförlerini de atlamayalım tabi. Taksicilerin de tipiysem demek…
Yemeğe dönersek, yine ortaya söyleyerek başladık ama resimde iyi çıkmayan ama hayatımda yediğim en lezzetli tabaklardan biri olduğunu iddia edebileceğim bu Porcini mantarları efsaneydi. Kaç tabak daha söyledik hatırlamıyorum.
Sonraki fotoğrafını çekemeden mideye indirdiğimiz makarnalar da şahaneydi. O değil de kaç tabak yedik, insan birini çekmez mi?.. Midemiz fazlasıyla çekti fotoğrafını, o bize yeter diyor ve bir daha Roma’ya gidersem akşam yemeği için en favori mekanımı şimdiden belirliyorum.
Adrian Brody’den, James Franco’ya, Mel Gibson’dan, Woody Allen’a dünyaca ünlü konuklar ağırlayan Tullio, bizi de çok güzel ağırladı. 🙂 O gece ayrıca sevgili arkadaşımız Melek’in (en sağdaki) de doğum günü olduğu için ona da küçük bir kutlama yapma şansı yakaladık. Arkadaşımızın doğumgünü olduğunu duyunca küçük bir tiramisuya mum koyarak bize güzel bir jest yaptılar.
İyi ki doğdun Melek, iyi ki varsınız kızlar. İyi ki sizinle aynı okulda okudum da sizin gibi değerli arkadaşları tanıma şansım oldu.
Ben gözyaşlarımı silerken siz de Türk Hava Yolları’nın sayfasına girip ucuz Roma ya da herhangi bir Avrupa bileti bakın. Varsa bana da haber ediverin de size yeni bir yemek yazısı pardon Avrupa yazısı çıksın.

You Might Also Like...

1.970 Comments

    Leave a Reply