Yurtdışı Seyahat

Berlin

Temmuz 9, 2018

Muhtemelen daha önce yazmışımdır; Almanya’yı hiç sevmem. Maç dışında da hiç gitmişliğim yoktur. Maç vesilesiyle en az 4 – 5 kere gittim ama ı-ııhh ısınamadım bir türlü. Fakat yıllardır herkesten Berlin’i öyle bir dinliyorum ki artık yavaş yavaş merak etmeye başlamıştım. Bir arkadaşımın ilk yurtdışı seyahatini benimle yapmak istemesi ve ucuz promosyon biletleri içinde yine en gidilebilir olanının Berlin olması vesilesiyle şeytanın bacağını kırmaya ve bu sefer sadece gezmek için Berlin’e gitmeye karar verdim. Berlinsever arkadaşlarımdan tüyolar da aldım. Artık hazırdım, sevimsiz Almanya’nın şahane Berlin’ini görmeye…

Berlin’e daha gitmeden adı bile uğursuzluk getirmeye başladı; arkadaşım seyahate kısa bir süre kala gelemeyeceğini bildirdi. Bu soğuk şehri bir de tek başıma mı gezecektim? 🙁 Berlin, diz önüme engelleri diz bakalım…

Yola çıkmadan, Türkiye’de yine hükümette değişiklik olmuş, istikrar(!) sağlanmış, kendimizi yine eskisi gibi aykırı hissetmeye devam eder bulmuştuk. Hakim gücün dünya görüşü, insan hakları, kadına olan bakışı aynı hızda insanlara sirayet etmiş ve artık havada gözle görülür, elle tutulur şekilde hissedilir olmuştu. İşte tam da böyle düşünürken alanda benle konuşmak için gözümün içine bakan, beni ince ince süzen 2 adam bekledikleri karşılığı göremeyince uçağa binerken son bir İstanbul manzarası görmek için arkamı dönmeme nedense(!) sinirlenip, ne bakıyorsun lan diye terslendi. Ben önce bana olduğunu anlamadığım nefret dolu laf bulutunun, havada dönüp dolaşıp üzerime yağmasıyla olayı kavradım. Alın size bu zihniyet adamlarını tanıyacağımız tipik davranışa bir örnek; yüz bulamayınca kızan, kendince intikam almaya çalışıp haddini bildirmeye çalışan tipik ilkel kompleksli erkek hareketi. Bence hislerine karşılık alamadığı kadınları, kendilerinden ayrılan sevgililerini öldüren, karısını evi terketti diye onlarca yerinden deşen işte hep bu reddedilmeye tahammülü olmayan eksik, hastalıklı zihniyet.

Bu düşüncelerden sıyrılıp Avrupa’nın en medeni şehirlerinden Berlin’ine inip emniyetli bir şekilde birkaç gün tatil yapacaktım ki, havalimanından bindiğimiz otobüs daha ilk kavşakta bir arabayla çarpıştı. Neyse ki kimse zarar görmedi ama otobüs hasar gördüğü için hemen yerine gelen yeni otobüsle yola devam ettik.
Berlin direnme, seni yenecek filan değilim. Birkaç gün bakıp çıkacağım.

Booking’den bulduğum lokasyonuna göre oldukça uygun fiyatlı Riverside Oteli, nehrin tam kıyısında çok güzel bir manzara sunuyordu.
http://www.riverside-mitte.de/
Mitte, Almanya’nın en merkezi bölgelerinden biri. Berlin’in en büyük müzelerini barındıran “Müze Adası” ve pek çok yere yürüme mesafesinde olan otelime gider gitmez eşyaları bırakıp adını en çok duyduğum ve içten içe büyük kurulduğum Pergamon Müzesi’ne gittim. Hani bizden çaldıkları koca Bergama Tapınağı’nın olduğu meşhur müze.

Hayranlıkla olduğu kadar nefretle de bakacağımı bildiklerinden Bergama Tapınağını uzunca sürecek bir tadilata almışlar Almanlar. Bu müzeler kendi aralarında konuşup da mı tadilata giriyorlar acaba?.. Berlin’den kısa bir süre önce gittiğim Arkeoloji Müzesi de tadilattaydı ve meşhur İskender Lahiti’ni de görememiştim.

Çoğunun bir yerlerden (ç)alıntı olması bir yana itiraf etmeliyim ki müzedeki eserler çok güzeldi.
Kaplumbağa Terbiyecisi resmiyle tanıdığımız Türkiye’de müzeciliğin de temellerini atan meşhur Osman Hamdi’nin müzede resmini görünce inceden bir gurur duymadım desem yalan olur.

Allah için çalıyorlar ama müzeleri de güzel yapıyorlar. Bu yüzden de biraz pahalı yapıyorlar. Bazı müzelere girdim ama bazılarının Mesela Berlin’in meşhur katedrali Berlin Domm gibi, sadece müze shop’larını gezip hediyelik eşyalarından içerde neler olduğu konusunda fikir sahibi olup çıktım.

Boş boş fotoğraf göstermemek için buraya fazla alıntılamıyorum ama saatlerce müzeleri gezdim ve yürümekten ayaklarıma kara sular indi. Çıktığımda biraz oturup dinleneyim diye düşünüyordum ki aşağıda göreceğiniz at arabası benzeri gezici bir arabayla müzik yapanları görüp dayanamadım bir de sokak ortasında oynadım iyi mi?.. Hem oynanıp hem çekemediğim için fotoğraf yok haliyle… J

Eyvah! Berlin’e yavaştan ısınıyor muyum ne? Yok ya ne sevicem, hem gri hem de soğuk bir şehir. Ne olmuş Avrupa’da sanatın ve medeniyetin merkezi olmuşsa. Hıh!..
Sanat demişken Berlin, tiyatro konusunda da tam bir merkez. Ben ettim siz etmeyin, Schaubühne’de oyun izlemeden gelmeyin.  https://www.schaubuehne.de/ Burası Almanya’nın en meşhur tiyatrosu. En iyi yönetmenlerin en iyi prodüksiyonları burada sergileniyor.
Onun kadar olmasa da meşhur başka bir tiyatrosu da Maxim Gorki Tiyatrosu. Diğerlerinde olduğu gibi hemen her gece bir oyun, bir konser ya da bir söyleşi var.

Benim gittiğim gece Ece Temelkuran’ın son kitabının söyleşisi vardı. Hem kitabı okumadığım hem de Almanca bilmediğim için katılmadım haliyle. Onun yerine Rusya’dan gelen bir grubun konserine gittim.

Almanya’dan bir kültürel etkinliğe katılmadan dönmediğime, herkesin birşeyler çiziktirdiği duvara ben de slogan yazdığıma, konser erken bittiğine ve hala da enerjim olduğuna göre artık gecenin geri kalanına hazırdım.

İstanbul’da hiç yapamadığım şekilde tek başıma bara gidip takılma duygusunu yaşamak için Bravo Bar’a gittim. http://www.bravo-bar.de/BRAVO-BAR/_..html
Otele yürüyerek 5 dakika uzaklıkta olan Bravo Bar’da bir Avrupa ülkesinde görmeye alışık olmadığımız şekilde içeride sigara içiliyordu. Sigarayı saymazsak ilk başta gayet iyi hissettim. Kimse tek bir kadının barda olması durumunu garipsemiyor, kimse gelip askıntı olmuyor, sırıtarak süzenler yok… Oooh mis! Medeniyet ne güzel şeymiş be! Tek başına bir kadın da bara gidip birasını içip takılabilirmiş. Güzelmiş evet. Hı hı… Eee tamam durum güzel de ben yeteri kadar güzel değil miyim acaba yaa.  🙁

Yoo hiç de fena değilim. E o zaman niye kimse bakmıyor? Aura’m mı söndü Allahım?  Artık yaşlanıyor muyum yoksa?… soruları sırayla aklıma hücum etse de kendime gelmem fazla sürmedi. Medeni ülkelerde kimse kimsenin üzerine aç gibi saldırmıyor. Tesadüfler sonucu denk gelirse sohbet edip sonra kibarca vedalaşıyorlar. Burda bana baktın, seni kimseye yar etmem durumu da yok. Ben durumu idrak edip yalnızlığımın tadını çıkarmak isterken bardan içki alan, blogdan sesimi duyurabilsem taklidini keyifle yapacağım, Alman aksanıyla İngilizce konuşan bir Hintli merhaba, adın ne diyerek konuşmaya başladı. Ben de kibarlıktan cevap vereyim ama az ve öz olsun, konu uzamasın diye Ayşe dedim ama kader öyle demiyor işte. Ooo ne değişik isim, hiç duymadım dedi. Sanki 50 tane Sibel’le tanıştın da… Töbe töbe ya… Çok bilinir bir Türk ismi dedim. Anlamı nedir dedi. Kardeşim ben uzatmıyım dedikçe adam ismimden başlayıp hayatın anlamını sorgulamaya gidecek şekilde meraklı ve kararlı. Yine uzamasın diye bilmiyorum dedim ki salak sansın ve gitsin. Aa nasıl bilmezsin, isim önemlidir, Hindistan’da her ismin anlamı vardır dedi. Bizde yok dedim. Yok bilader! anlamı yok işte anlamıyor musun? Hadi naş ya naş! Yok mutlaka vardır, ya kutsal kitapta vardır ya da başka bir anlamı vardır. diye hala ısrar ediyor. Başka Ayşelere sorsana diyor. Kardeşim, bilmiyorum diyorum, hastayım diyorum, psikopatım diyorum, anlasana yaaa!!..  Baktım bizim Raj Kapor’un anlayacağı yok en temel ata sporumuz olan tuvalete gidiyorum yalanına bindim ve yelken açtım barın diğer ucuna.
Bravo Bar gecemin kalanında dünya milletlerinin köküne kibrit suyu sıkma düşüncesinden uzak rahat ve keyifli bir vakit geçirdim.
Ertesi gün biraz daha sokaklarda gezip mutlaka görülmesi gereken yerlerin bir kısmını bitirmeye kararlıydım. Brandenburg Kapısı’yla başladım.

Hımm, ok. Tamam. Anladım da bu kadar meşhur olacak ne güzelliği var onu anlamadım.
Berlin’in sembollerinden biriymiş ama mutlaka görmelisin dedikleri kadar bir güzellik göremedim ben. Tarihsel önemini Vikipedia’dan okuyup öğrenin anacım, boşuna gitmenize gerek yok. Berlin’in kültürüne sözüm yok ama hava, doğa ve tarih güzelliğinin alası bizim ülkemizde.

Kapının hemen arkadasında da meşhur Reichstag var. Yani Parlamento Binası. Binanın dış görünüşü de heybetli ama asıl hikayesi Hitler’in diktatörlüğüne giden yola, kendi adamlarına burayı yaktırarak çıkmış olması. Reichstag’ı göremeseniz de Hitler ve benzerlerinin diktatörlük yolculuklarını okumanızı tavsiye ederim. Bu hikayede gerçek bir tarihi ders gizli çünkü…
Aslında görmeyi planlamadığım ama başka bir yere giderken yolumun üstüne çıkan meşhur Yahudi Anıtı…

Almanlar, Yahudi soykırımı konusunda gerçekten pişman mı yoksa günah mı çıkarıyorlar bilemiyorum ama modern dünyada medeni bir ülkenin yapması gerekeni yapıp bu ayıbı temizlemek için en azından görsel olarak uğraşıyorlar sanıyorum. Yoksa şehrin hemen her yerinde hala capcanlı duran anıların ne yapsalar da üstünün örtülemeyeceği bir gerçek.

Terror – Nazi Fotoğraf Sergisi’nde Nazi selamını vermeyi reddeden o meşhur asker fotoğrafının orijinalinin de olduğu bu fotoğraf en zor zamanlarda bile mutlaka direnen insanların olduğunu göstererek insana umut veriyor.

Fotoğrafların pek çoğu iç kaldıramayacak şekilde hüzünlüydü. O yüzden ne fazla çektim ne de olanları burada paylaşıyorum.
Ordan çıkıp Berlin’in neredeyse en meşhur yerlerden biri olan Charlie’s Check Point’e (Çarli’nin kontrol noktası) gidip biraz moral buldum.

Kısaca yazmak gerekirse C’nin askeri dilde Charlie olarak söylenmesi gereği burasının adı Charlie’nin Kontrol Noktası’dır. Diğer kapılar, (A)lpha – Helmdtedt ve (B)eta – Dreilinden dışındaki 3. geçiş kapısıymış. Burayı daha çok imtiyazlı kişiler kullanırmış.
Tom Hanks’ın son filmi, “Casuslar Köprüsü” filminin can alıcı sahnesi burada geçiyor. Günümüze orijinal hiçbir yapısı kalmayan ve tamamen turistik bir kazanç kapısına dönen Çarli’nin Kontrol Noktası’nın önünde 3 euro karşılığı fotoğraf çektiren ve esprileriyle insanları güldüren bu Amerikan Askeri kılığındaki İtalyanlar (neden İtalyan, sormayın, ben de bilmiyorum) bozulan moralimi biraz da olsa yerine getirdi.

Son olarak (ya da burdan önce artık bilemiyorum çok yer gezince sıra karışıyor) Breitscheidplatz’da bulunan Kaiser Wilhelm Kilise’sine gittim.

1895 senesinde, adından da anlaşılacağı şekilde Alman Kralı 1. Wilhelm için yaptırılan bu protestan kilisesi 2. Dünya Savaşı’nda bombalanmış ve savaşın yıkıcılığını hatırlatmak amacıyla günümüze dek aynı şekliyle korunmuş.

Kilisenin artık müze haline getirilmiş iç kısmında kilisenin yapılışından günümüze çeşitli hallerini gösteren fotoğraflar ve belgeler var. Yukarıda 1933 yılındaki halini görebilirsiniz.

Epeydir bu kadar turistik takılmadığım için aşırı doz kültürden ölmemek için akşam kafayı biraz dağıtmaya, daha Alman eğlencelere gitmeye karar verdim.
Adını ısrarla vermek istemediğim gece kulübüne aslında bir gece önce Bravo’dan çıktıktan sonra gitmiştim. En az 500 metrelik sırayı bi gaz bekliyim diye başladım. Bu sırada biraz da etrafı gözlemlerim dedim. İyi ki demişim, yoksa hemen önümde ceketinin altına külotlu çorap giymiş bu yakışıklıyı göremeyecektim.

Medeni sandığımız Avrupalıların sürekli kaynak yapıp beni hayal kırıklığına uğratmaları ve 45 dakika beklediğim kuyruğun 10 mt bile gitmemesi üzerine tıpış tıpış otele dönmeye karar verdim. Kapıdakilere son bi salvo yapıyım diye gittiğimde, siz yarın gelin bugün gay-lezbiyen partisi var dediler. Ben ne desem beğenirsiniz; “I am normal!” O ne be! Pis, cinsiyetçi, ayrımcı Sibel! O sırada aklıma cinsel tercihleri yaratılaşa uygun olan manasındaki İngilizce kelime “hetero” gelmediği için öyle söyledim diyorum ama belki de bilinçaltım gay’liğin normal olmadığını işlediğinden, kendimi normal diye adlandırdım sanırım. Ne kadar dünyayı gezsek de ön yargılarımızdan arındığımızı sansak da Türküz işte, bir yerden ele veriyoruz demek.
Ertesi gün gittim tabi ama orada gördüklerimi ne siz sorun ne de ben anlatayım. Dur bi de orada gördüklerim benimle mezara kadar gidecek filan diyeyim de daha da merak uyandırmış olayım.

Bu kadar gezdikten sonra biraz da yeme – içme mekanlarından bahsedeyim.
Kahvaltıdan başlamak gerekirse;

Literaturhaus – http://literaturhaus-berlin.de/

Berlin’de en sevdiğim yerlerden biriydi diyebilirim. Ben hafta sonu sabah erkenden gittiğim için yer bulabilen son şanslı kişiydim. Ayakta kalmak istemiyorsanız biraz erken gidip yerinizi almanızı tavsiye ederim.
Gerek binanın dışarıdan görünüşü,

gerek içerinin dekorasyonu

gerekse de müşteri profili sebebiyle çok şık ve kaliteli duran bir yerdi. Ben oldukça güzel vakit geçirdim. Berlin’de gezmekten yorulduysanız ve artık sakin bir köşe arıyorsanız alın kitabınızı gelin ve bu güzel cafenin keyfini çıkarın.

Barcomi’s – http://www.barcomis.de/

Burası daha çok pastane tarzında bir cafe. Çok güzel cheesecake’leri var. Uyarmadı demeyin; rejimde olanlar, tatlı yememesi gerekenler kesinlikle gitmesin! Burdan neden foto yok derseniz, yan masadaki gençlerin Bahreyn’nin dünyanın neresinde olduğu tartışmasına kulak kabartıp, Japonya’dan tutun da Türkiye’ye kadar tahminlerini ağzım açık dinlediğim için fotoğraf çekmeyi unutmuşum. Sonra da bizim gençlerimize cahil derler. Hıh!..

Burgermeister – http://www.burger-meister.de/

Schlesicher Tor metro geçidinin altında sadece hamburger satan küçücük bir büfe. Büfe demem sizi yanıltmasın. Önce sıraya gidip siparişinizi veriyorsunuz, sonra size bir numara veriyorlar ve ışıklı tabeladan sıranızın gelip gelmediğini takip edip hamburgerinizi afiyetle yiyorsunuz. Gösterdiğiniz çaba ve sabrınızla hamburgeri hak ediyorsunuz yani. Bu sırada karşıdaki marketten ki sahipleri Türk olduğu için hiç yabancılık çekmeyeceksiniz, bir adet bira alıp geliyorsunuz.

Yediğim bir adet hamburger beni kesmedi ama tekrar sıraya girip o kadar süre beklemeye üşendiğimden ikincisini yiyemedim. Siz siz olun baştan 2 tane söyleyin. 😛

Mustafa’nın Gemüse Kebabı – http://www.mustafas.de/

Ben bilmediğim yerden hamburger mamburger filan yemem arkadaş, yok mu şöyle bizim ağız tadımıza uygun birşeyler diyorsanız size öz be öz lezzetimiz Mustafa’nın Gemüse Kebapçısını tavsiye ederim.

Kebapçı dediğime bakmayın. Burası da büfe. İtiraf ediyorum, burayı görene kadar Gemüse kebabı diye birşey duymamıştım bile ama bunca Alman bir Türk büfesinin önünde böyle sıraya girmişse bence kesinlikle kaçırmamalısınız.

Hasır Restaurant – http://hasir.de/restaurant/

Kendini daha garanti altında almak isteyenler Berlin’de hemen her semtte rastlayabileceğiniz Hasır Restaurant zincirlerinden birine gidebilir. Ben tabi ki gitmedim. 3 günlük seyahatlerde Türk lokantası arayanlara kılım ben arkadaş. Yurtdışına yeni yerler gezmek, yeni lezzetler tatmak için gitmiyor muyuz? E o zaman?…

12 Apostel – http://www.12-apostel.de/en/

Almanlarla İtalyanların pek bir seviştiği malum. Almanlardaki bu İtalyan sevgisinin sebebini kimse bilmiyor ama Almanya’da hep böyle güzel İtalyan yemekleri bulabileceksek bence sorun yok.  12 Apostel,  Almanya’da yemek yediğim en iyi İtalyandı diyebilirim. Gerçi aşağıdaki midye daha çok Belçika stili dursa da fotoğrafını çekemeden mideye indirdiğim diğer İtalyan yemekleri pek bi nefisti.

Yemek konusunda benim gidemediğim ama çok tavsiye edilen birkaç yeri de paylaşayım.
Yine İtalyan’dan devam edersek;

Pizza Vira – http://www.pizza-vira.de/

Hadi artık çok yemek yedik, biraz da içelim güzelleşelim.

Budapester caddesinde, giriş katında Almanya’ya has sevimli bir Trabant’ın bulunan Bikini Otel’in çatısında bulunan Monkey Bar, turistik pek çok noktaya yakın akşamüstü içkisi içmek için çok ideal bir mekandı.
http://www.25hours-hotels.com/en/bikini/home/contact.html

Monkey Bar isminin Türkçe “maymun” olması nefis kokteyllerinin insanı maymun etmesinden midir bilinmez ama ben bir tane içerek kendimi garantiye aldım.
Okuyucu bakma öyle garip garip, soğuk biranın yanında soğuk espri yapma adettendir. J  Bu bira değil, kokteyl mi dediniz? Hımm, herşeyi de bilen – gören dikkatli, sevimsiz okuyucu…
Hadi size mekanın daha çok Perşembe akşamları “in” olduğu tüyosunu vereyim de barışalım.

Benim gidemediğim ama çok tavsiye edilen diğer kulüpler ise;

WATERGATE – http://water-gate.de/ – Biraz daha şık bir kulüp arayanlar için tavsiye ediliyor.
STATTBAD – http://stattbad.net/en/ – Eski bir havuzdan bozma bu yer, beni hiç çekmedi ama bu tür tuhaf yerlere bayılanlar için enteresan olabilir.

E o zaman siz bu yemekleri yer, kulüpleri gezerken ben de Almanya’da keşfettiğim bu güzel birayı içeyim. J

O kadar gezdim – tozdum, yedim – içtim ama Almanya, seni hala sevmiyorum. Nokta

You Might Also Like...

6.811 Comments

    Leave a Reply