Futbol

Galatasaray ve Ben

Eylül 19, 2012

Övünmek gibi olmasın ama iyi bir taraftarım. Galatasaray, çocukluk aşkım, en büyük hayalimdi hep. Sarının yanında gördüğüm kırmızı beni hep heyecanlandırdı, hep kanımı kaynattı. Çocukken Kuruçeşme’den Galatasaray Adası’na bakıp kurduğum hayaller gerçek olduğu gibi hayallerimin de ötesine geçti.

Ben sadece “Galatasaray” taraftarıyım. Yani Anti X, Y Terbiyecisi, Z Düşmanı filan değilim. Benim derdim Galatasaray. Hani Ümit Yaşar görse kıskanır, o derece…

Ben bir Galatasaray’dır tutturmuşum gidiyor
Galatasaraylı içkiler içip sarhoş oluyorum ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz Galatasaray sürüyorum güzelleşiyor
Şarkılar söylüyorum
Şiirler yazıyorum Galatasaray üstüne
Saatim her zaman Galatasaray’a beş var
Ya da Galatasaray’ı beş geçiyor
Ne yana baksam gördüğüm o
………………..

2001’den beri kombinem var. Bilmeyenler için kombine, tüm sezon tüm maçları için giriş hakkı veren kart. Kıymetli yani… Maça gidilmediğinde mutlaka talibi olan hatta sahibi gitmiyorsa taa ayağına kadar gidip alınıp geri getirilen kart. Yatak döşek hasta olmadığım sürece sahamızdaki bütün maçlara gidiyorum. Deplasman maçları karnem de hiç fena değil doğrusu…

Hani tam da o meşhur tezahüratta söylendiği gibi; “Deplasmanda Sami Yen’de bu taraftar hep seninle” Tezahüratlara başlamışken beni anlatan tezahüratlardan devam edeyim; “Üzüntünde sevincinde seninle birlikte” “Beraber yürüdük biz bu yollarda beraber ıslandık yağan yağmurda…” “Milyonlarca taraftarın yan yana, bağırıyorlar hep beraber yan yana, adınla takımınla taraftarınla, en büyük sensin Cim BomBomBom”

Artık televizyondan maç izleyemiyorum. Bilen bilir, sahada kendi gözünle maç izlemeye alışmışsan televizyondan maç izlemek işkence gelir. O yüzden 2 yıldır lig tv’mi de iptal ettirdim. Zaten her maça gidiyorum, ne diye o kadar para vereyim, değil mi?

Öyle sandığınız gibi hastalıklı bir sevda da değildir benimkisi. Kaybedince dünya durmaz. Olsun bi dahakine yeneriz der geçerim bazen zor olsa da… Takımının yenildiği maçı izlemek de güzeldir; orada, sahada yanında olduğum sürece gerçekten de yense de yenilse de farketmez benim için.
Onun için en çok kendi taraftarına küfredene kızarım ben. Bunlar eşi, çoluğu – çocuğu, arkadaşı ilk hata yaptığında kalayı basan tiplerdir. “Olsun, ben onu hatalarıyla da seviyorum” demez namussuzlar. Bu takım bana ne mutluluklar yaşattı zamanında, şimdi üzse ne olur, ben yine sevmeye devam edeyim diye düşünmez de sürekli şikayet eder, sürekli söver boyu devrilesiceler.

Galatasaray forması giymiş herkes sevgiyi şart değil ama saygıyı mutlaka hakeder bizden. Bu taraftar Sabri’yi bile sevip bağrına basmış, daha nasıl anlatayım ki ben sevgiyi?.. 🙂

Maçlara toplu halde otobüslerle bazen uçakla giden tribünün aslan parçaları vardır ama orası safi testesterondur, o ortamda kadın barınmaz, barınamaz. O yüzden ben o gruplarla içmeli, bağırmalı, maça gidenlerden değilim. Yıllar evvel taraftar grubuyla birkaç maça gitmişliğim var. Detaylarını yazıp sizi hayattan soğutmak istemiyorum, o yüzden o gruplarla maça gitmediğimi belirtmem kafi olsun.

Kadın maçtan ne anlar mevzusuna ayrıca değineceğim.

Uzun yıllardır Galatasaray Futbol takımı ve yönetimiyle maçlara gidip geliyorum. Maça gitmenin en kolay ve güvenli yolu budur. Deplasman seyahatleri şu şekilde işler;
Maçtan bir gün önce öğlen saatlerinde takım özel uçakla maçın oynanacağı şehre gider. Meraklıysanız takımı uçağa binerken görüp konuşabilirsiniz. Fakat benim gibi bin yıldır maça gidince pek de öyle meraklısı olmuyorsunuz; sahada hadi koçum, hadi aslanım, seviyorum sizi uleaannn diye bağırıp bağrınıza basmak istediğiniz oyuncuları karşınızda 3 boyutlu görseniz de ölüp bitmiyorsunuz. Aşk renklere, formaya çünkü, kişilere değil…

Maça kadar takımı bir daha göremezsiniz. Kaldıkları kat, yemek salonları, hatta şehirde birden fazla güzel otel varsa otelleri bile ayrıdır. Aynı oteldeysek, maçtan 1,5 – 2 saat önce takım yavaş yavaş otelden ayrılıp otobüse binerken kenardan destek verirsiniz sessizce, önemli bir maçsa bazen de alkışlayarak. Onlardan 1 saat kadar sonra da biz de ayrılırız otelden ve maça gideriz. Maçtan sonra tekrar havaalanında karşılaşırız bir daha. Yendiysek deplasman dönüşü şahanedir. Hele uçakta şarkılar, türküler, taklitler, tezahüratlar gırla gider. Ama yenildiysek hele ki bir turnuvaysa ve kaybettiysek dönüş işkencedir. Herkes moralsizdir, keyifsizdir. Hiçbir teselli de kar etmez. Bu aralar çok şükür neredeyse her maçtan galibiyetle döndüğümüz için keyfimiz yerinde ama diyorum ya benim için orada olmak bile mutluluktur. Takımımı sahada izleyip destek vermek, yenmek kadar önemlidir.

Maç için geçirdiğim vakti çok sevmekle beraber maç dışında başka bir şehirde harcanan vakit bana bazen zor geldiğinden genelde maç günü uçak saatine göre sabah erken ya da öğlen gibi kendim şehre gidiyorum. Otele gidip kafileyle buluşuyorum.

Benim gibi her maça düzenli giden 5 – 6 kişi var. Az bir sayı evet. Onun için zaman zaman yaptığımın önemli bir iş olduğunu düşünüp gurur duymakta pek de haksız sayılmam öyle değil mi?.. 😉

Gelelim Antalya maçına…

Antalya ilk deplasman yazım olacaktı. Yola çıkmadan yazacak birşeyler çıkar mı diye düşünmüştüm. Sen misin düşünen. 14.50 uçağına binmek üzere alandan 405 nolu kapıdan ayrılıp otobüslere binerek uçağın önüne geldik. Fakat 35 derece sıcağın altında uçağa binemeden öylece kalakaldık. Sürekli servis arabaları, teknisyenler gelip gidiyor, kimse bir açıklama yapmıyor. Herkes panik olmuş, ben acaba maça yetişebilecek miyiz diye tweet atıyorum. Nasılsa uçak arızalıysa kalkmaz, yenisi verirler de zaten ilk defa ucu ucuna maça giderken bi de geç kalmıyım diye telaşedeyim.

Neyse güneşin altında yarım saat bekledikten sonra diğer yolcuların homurtuları altında hepimizi içeri aldılar. İstanbul sıcaktı ama Antalya’ya daha da sıcağa geldim.

Otele gelip bir şeyler atıştırdıktan sonra daimi deplasman arkadaşlarım ve yöneticilerin bir kısmıyla maça gitmek üzere bir minibüse binip hareket ettik.

Antalya gibi güzel bir şehrin henüz daimi bir stadının olmaması çok acı. Maçlarını yıllardır Antalya şehir stadında oynayan Antalyaspor, şehir içindeki stadlarının yıkılıp daha uygun bir yerde stad yapılacak vaadiyle orayı bırakıp 2009 – 2012 yılları arasında 7700 kişi kapasiteli Mardan Stadı’na geçmişti. Mardan Stadı’nın yollarının henüz tamamlanmadığından bir işkence halini alan ulaşım zorluğu sebebiyle 2012 – 2013 sezonundan başlayarak 2 sezon boyunca 7100 kişi kapasiteli Akdeniz Üniversitesi’nin stadyumunda oynayacaklarmış. Yalnız yeni stadla ilgili herhangi bir çalışmanın da henüz başlamadığını belirtmeliyim. Antalyasporlular, takımınızdan başarı bekliyorsanız bu stad işini bir an önce çözmelisiniz.

Adet olduğu üzere sanal yoldan toplumları harekete geçiren kışkırtma eylemimi de yaptığıma göre maça devam edebiliriz.

Maça parasını ödediğimiz biletlerimizin zamanında elimizde olmaması sebebiyle 10 dakika geç girdik. Bu arada kanayan bir yaraya da parmak basmadan geçemeyeceğim. Protokol ve vip tribünlerinde hiçbir zaman bilete, davetiyeye ya da kapasiteye göre insan alınmaz. Kapıya konan kerameti kendinden menkul zatlar hiçbir işe yaramazlar. Birini tanıyan, iki isim veren, biraz Polat Alemdar havasındaki herkes elini kolunu sallayarak içeri girer. Olan da elinde bileti olan biz zavallı misafir takım seyircilerine olur. Vaktinde giremediysek yerimize oturamayız ya da mutlaka yer kavgası yaşarız. Bu maç – tribün ritüelinin olmazsa olmazıdır.

Maç yazısı beklemeyin, yazmayacağım. 4 4 2 mi 3 5 2 mi oynadık, libero kimdi, tandem kaldı mı, rakibi sürklase etti, oyunu domine etti, driplingi iyi, rakibe önde basmak lazım, bal yapmayan arı, yorumlarını burada okumayacaksınız. Bunların alasını yapanlar var. Yeri gelmişken en beğendiğim spor yorumcularının Sergen Yalçın, Uğur Meleke ve Bilgin Gökberk olduğunu belirteyim.

Macta enteresan olan şeylerden biri de, yeni stadımızda önümde oturan maç arkadaşlarımı gördüm, selamlaştım. Bu sırada onların yanında biri daha var ama nerden tanıdığımı çıkaramıyorum. Etraftakiler uyarınca anladım ki, Türkiye’de ilk yüz nakli yapılan Uğur Acar’mış. Resmini çekemedim ama fotoğraftakinden çok daha iyi göründüğünü söylemeliyim.

E ama ben Türkiye’de ilk yüz naklini gerçekleştiren doktor Ömer Özkan’ı zaten tribünden tanıyormuşum ama arkadaşlarım söyleyene kadar farkında değilmişim. Yıllar içinde maçlarda o kadar çok insan tanıyorsunuz ki, yolda birini görüp çıkaramadığınızda aklınıza ilk tribün geliyor bu yüzden.

Maçı şahane olmasa da güzel bir oyun ve rakibin de 10 kişi kalmasıyla kolay yendik. Antalya’ya dair en güzel şey, dönüş yolunda Manchester maçıyla ilgili forma sözü almış olmam. Şimdi söylemiyim, formayı alınca paylaşırım. 🙂

You Might Also Like...

2.129 Comments

    Leave a Reply