Yurtdışı Seyahat

Ürdün

Temmuz 16, 2018

Bildiğiniz gibi her tür tatili severim. Özellikte sıcak iklim tatili, benim için dinlenmek, arınmak ve yenilenmek demek. Ürdün de bu hedefler için mükemmel bir seçim.
Ben Ürdün’e bu sefer yalnız gittim. Hani diyor ya billur sesli şarkıcı kızımız;

Ben biraz bronzlaşmak,
Kendimle uzlaşmak,
Yer yer yozlaşmak,
Uzlaşmak istiyorum

diye, bu sefer de dinlenmek, yalnız tatil yapmak, hayatı sorgulamak, neyi sevdiğimi, kimi sevdiğimi, ne yapmak istediğimi, yalnız tatil isteyip istemediğimi sorgulamak istedim.
İşte ben bu tatilde bu soruların cevabını buldum sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Nerdeee öyle 3-4 günde hayatı sorgulayıp, cevaplarını bulmak?..

Ülkemiz sağlık turizminde lider olsa da dünyada eşi benzeri olamayan bazı yerler var ki, mutlaka görmelisiniz. Bunların başında da Lut Gölü, namı-ı diğer Dead Sea (ölü deniz) geliyor. Hem Ürdün’e hem de İsrail’e kıyısı olan ölü deniz, günümüzde 600 m2 kalan büyüklüğüyle bir denizden çok bir göl konumunda artık.
Çok belgesel bilgilerle başınızı ağrıtmak istemiyorum ama Lut Gölü’nün en önemli özelliği, deniz seviyesinden yaklaşık 400 m. aşağıda olmasıdır. Lut Gölü,  %33 tuz oranıyla dünyanın en tuzlu 3. gölüdür. Tuz seviyesini anlamanız için, girdiğimizde gözlerimizin yandığı Akdeniz’in yalnızca %3 tuzlu olduğunu belirtmem yerinde olacaktır sanırım. Yüksek tuz oranı nedeniyle batmanız imkansızdır. Tüm turistlerin yaptığı gibi suda içki içerken ya da kitap okurken poz vermedim ama inanın hiç abartı değil, saatlerce suda oturabilirsiniz.

İsrail tarafından hiç girmedim ama o bölge her zaman daha karışık olduğu ve İsrail’e girip çıkmak, Serdar Ortaç’a güzel ve kalıcı şarkı yaptırmak kadar imkansız olduğu için, ben hep Ürdün’e gitmeyi tercih ediyorum.
Türk Hava Yolları’nın Amman’a direkt uçuşu var. Yaklaşık 2 saat sürüyor. Tek zor yanı, akşam 20.00 ve 23.00 civarı 2 tane uçak olması. Hangisiyle giderseniz gidin gecenin bir vakti orda oluyorsunuz. Dönüşü de aynı uçakların dönüşüyle yapacağınız için yine gece yarısı otelden ayrılıp sabaha karşı yolculuk yapıp, sabahın köründe yurda dönmüş oluyorsunuz. Yani aslında 2 gece 3 gün kaldığınız zaman neredeyse 4 gün parası ödemiş oluyorsunuz. Bu giriş ve çıkış saatlerini iyice tespit edip otelle buna göre pazarlık yapmak gerekiyor. Bunu da yazılı yapmanızı öneririm çünkü sözlerinin arkasında durmayabiliyorlar. Tecrübeyle sabit.
Denize kıyısı olan toplam 4 – 5 otel var.
Bunlardan en iyisi ki bir türlü denk getirip gidemediğim Kempinski;

Benim sıklıkla kaldığım Movenpick var ki çok tavsiye ederim;

Bir de Marriot var ama otel güzel olmakla beraber genel ortamı ve idaresi sebebiyle pek tavsiye etmeyeceğim.

Ürdün’e gitmenin en güzel tarafı vize olmaması. Uçaktan iner inmez, pasaport kuyruğuna giriyorsunuz ve selamün aleyküm, aleyküm selam içeri giriyorsunuz.
Denizin kenarındaki bütün oteller neredeyse yan yana. O saatte toplu taşıma bulmak ne yazık ki mümkün değil. Bu yüzden havaalanından 45 dakika mesafede bulunan otellere gitmek için, mutlaka özel araç tutmalısınız. Sizi otele götürecek araçlar ve şoförler temiz ve son derece güvenilir ama yine de siz tek kadın olarak gittiyseniz fazla yüz göz olmayın. Arap kültürlerinde kadına bakış açısı malumunuz.
Ürdün’ün son zamanlar dışında herhangi tehlikeli bir durumu olmamasına rağmen, deniz kıyısı askeri bölge sayılıyor ve ellerinde otomatik silahlı askerlerin beklediği bölgeye kontrolden geçerek gidiyorsunuz. Bunda da korkulacak birşey yok. Çünkü turist her yerde kıymetli.
Amman, bahar aylarında gitmenizi tavsiye edeceğim bir yer ama konumu ve havasının özelliği gereği, yazın da gitseniz sıcaklığı çok fazla hissetmeyeceksiniz. Ben baharda da yaz sıcağında da gittim. Bütün gidişlerimden memnun kaldım.
Buradaki resimler de ayrı ayrı gidişlerimde çekilmiş resimler ama 5 senedir gitmeme rağmen değişik birşey olmadığı için paylaşıyorum. Farkettiyseniz her yazımda bu değişim olayının üzerinde duruyorum. İstanbul o kadar hızlı değişiyor ki değişmeyen, değerlerini koruyan, aynı kalan şehirlere hayranlık duyuyorum.


Biz konumuza devam edelim. Lut Gölü, kutsal kitaplarda geçen Sodom ve Gomorra’nın mevkiisine denk geliyor. Suyunun marifetinin oradan geldiği varsayılıyor. İçindeki tuz ve çeşitli mineraller sebebiyle hiçbir canlının yaşamadığı Lut Gölü, bu zengin yapısı sayesinde inanılmaz şifalı bir sudur. İçeriğinde magnezyum, sodyum, potasyum, kalsiyum, bromid, iyodin, selenyum, sülfür, manganez ve benzeri 29 çeşit mineral barındırır.

Magnezyum; sıvıyı tutarak derinin yaşlanmasını yavaşlatır ve sinir sistemini sakinleştirir. 
Sodyum; lenfatik sıvı dengesi (bağışıklık sisteminin işlevini görmesine yardımcıdır) için önemlidir. 
Potasyum; vücuda enerji verir, derideki nem oranını dengeler ve sonraki yoğun egzersizler için yeniden enerji depolama açısından çok önemlidir.
Kalsiyum; vücutta su birikiminin önlenmesinde, sirkülasyonun artmasında ve kemiklerle tırnakların güçlenmesinde etkilidir. 
Bromür asit tuzları; kas gerginliğini hafifletir ve kasları rahatlatır.

Burayı bu kadar kıymetli yapan bol mineralli suyunun yanı sıra, güneşinin ve havasının da inanılmaz şifalı oluşudur.
Bu üçlü kombinasyon, kilo, stres, güzelik, romatizma gibi her türlü soruna iyi geliyor. Bir keresinde suyunun yağlı olmasından dolayı kayıp küçük parmağımı kırdım. Su ve hava sayesinde hiç ağrı hissetmedim inanın. Ağrı hissedilmiyor ama uyarılara kulak verip deniz kenarında altı kaymayan terlik giymeyi ihmal etmeyin.
Hele bir de çamuru var ki her derde deva. İnsanı güldürüyor bile…

Güldünüz ama itiraf edin. J

Kempinski’yi bilmiyorum ama Movenpick ve Marriot’ta bırakın barı, gece hayatını kahveden öteye geçemezsiniz. Otellerde içki servisi var ama burası yalnızca dinlenme ve roller-blade’ci garsonların yeri.

Otellerin bazılarını, yurtdışındaki sigortalar tedavi merkezi olarak kabul ediyor ve ücretini karşılıyor. Zaten özellikle Movenpick’de bütün cilt hastalarını görüyorsunuz. Sedef hastalarının mutlaka ve mutlaka gitmesini öneriyorum. Su ve güneş tedavi ediyor ama diğer insanların durumlarını görünce kendi durumunuzun, aslında ne kadar hafif olduğunu görüp mutlu oluyorsunuz.

Ürdün’ün MÖ 400’lerden kalma meşhur Petra Antik Kenti var ki bu kadar uzak bir köşede bu kadar iyi korunmuş devasa eserler olmasını insanın aklı almıyor. Yapımı yaklaşık 500 yıl süren bu antik kent, ilk olarak Nebati İmparatorluğu’na başkentlik yapmış, sonraları Roma İmparatorluğu kontrolüne girmiştir. Kumtaşı kayalarının oyulmasıyla yapılan Petra’nın (kelime anlamı taş demektir) yapımının 500 yıl sürdüğü söyleniyor.

Petra’ya gezmek için arabalar sizi kanyonun başladığı yerde indiriyor ve gerisini yaya ya da at üzerinde gidiyorsunuz. Sıcakta deniz kenarı şahane ama yürümek zor. Kanyonun doğal gölgelikleri olmasa yol bitmez.
Aslında Ürdün’de özellikle ilk gittiğimizde oldukça fazla fotoğraf çektirmiştim ama bilgisayarım çöktüğünde fotoğraflarımın çoğu gitti ve yedek disktenden de çok az fotoğraf kurtarabildim. Dünyanın Yeni 7 Harikası’ndan biri olan Petra’nın büyüklüğünü şuraya koyduğum 3 – 5 fotoğrafa bakıp da azımsamayın diye söylüyorum.

Fakir halk, yolun her yanına dizilmiş size sürekli bir şeyler satmaya çalışıyor olacak, bunlara da hazırlıklı olun. Buna rağmen Petra o kadar güzel ve büyüleyici ki ne sıcak ne açıkgöz satıcılar sizin canınızı sıkamayacak emin olun.

Dünyanın bir ucunda olmasına rağmen pek çok filme mekan olmuş. Indiana Jones, Kamçılı Adam’ın meşhur sahnesi burada çekilmiştir.

Onlar kadar havalı olmasa da ben de yanımdaki Arap atıma binmeden önce fotoğraf çektirmiştim.

Her iki fotoğrafta da kadraj tapınağın tamamını almadığından size bi tane de genel fotoğrafını koyayım.

Otelden 4 saat gidiş 4 saat geliş sadece yola 8 saat harcayarak gittiğimiz Petra’ya şimdi olsa gitmeye üşenirim ama iyi ki gitmişim. İnsanoğlunun ilkel şartlarda bile yaratabildiği böylesine mükemmel bir şehri gördüğüm için çok mutluyum.
Sağlık, kültür ve turistik bilgiler verdiğim bu yazımda aradaki espriler sizleri güldürmeye yetmediyse alın size son bi kıyak. Haydaaa bre!..

You Might Also Like...

2.492 Comments

    Anonim için bir cevap yazın Cancel Reply