Futbol

ŞAMPİYON GALATASARAY

Mayıs 27, 2018

Bu sene yıllardır yaptığımın aksine her maça gidemedim. İçerde, dışarda, soğukta, sıcakta, sevinçte, üzüntüde, umutta, hayalkırıklığında hep yanında olduğum takımımı bu yıl biraz yalnız bıraktım, ta ki gönüllerimizin teknik direktörü Fatih Terim gelene kadar.
Fatih hoca geldiğinden beri gittiğim bütün deplasmanlardan galip geldik. Gidemediğim Gençlerbirliği ve Sivas maçlarında ise yenilgiyle ayrıldık. Bu istatistik kaçınılmaz şekilde göze çarpınca ve hocam da her maça bekliyoruz deyince bütün deplasman maçlarına gitmem şart olmuştu ama… Aması azzz sonra. J


Bazılarının aksine ben Fatih hocamı çok severim. Galatasaray’a mutluluklarının en büyüğünü tattırmıştır; kimsenin rüyasında bile göremeyeceği kupaların müzemizde olmasını, sevincinin hala kalplerimizde olmasını sağlamıştır.

Bu kupaların hepsinin değil elbette ama bir tanesi var ki, neredeyse en kıymetlisi. Biliyorsunuz siz onu. J


Sırf UEFA Kupası yüzünden bile Fatih Terim’in her Galatasaraylının yüreğinde yeri farklı olmalıdır.

Fatih Terim Galatasaraylıdır; eşini, çoluğunu, çocuğunu ihmal etme pahasına Florya’da yatar kalkar, sadece futbol düşünür, takımını sürekli gözetim altında tutar. Kimin derdi, sorunu, karın ağrısı var bilir, ilgilenir, çözer, çözmez, bunların hepsini de Galatasaray’ın menfaati için yapar.
Fatih Terim biraz da nabza göre şerbettir; ona nasıl yaklaşırsanız o şekilde karşılık verir. Sevgiyle yaklaşana sevgiyle, saygıyla yaklaşana saygıyla, sopayla yaklaşana da ne yazık ki sopayla karşılık verir. Belki de bizim İmparatorumuzun da tek kusuru budur ama sopayla gelenin hiç mi suçu yok hakim bey?..
Beni bıraksanız Galatasaray’ın evladı Fatih Terim’e güzellemeye devam ederim ama biraz da Şampiyonluk hislerimden bahsedeyim.

 

Şampiyonluk hislerimden bahsedeyim dedim ama bunu yazmak, kelimelere dökmek o kadar kolay değil. Yazılarımı takip edenler zaten gittiğim pek çok deplasmandan haberdarlar. Bilmedikleri bunca yorgunluğun, koşturmanın sonucu alınan şampiyonluğun verdiği o tarifsiz haz. Bunu ancak yaşayan bilir, anlar.

Sokaktaki adam, bazen anne, bazen eş, hatta “bi topun peşinden 22 adamın koştuğu bir sporu izlemem ben”ciler anlamaz bizi. Adı üstünde “taraftar”ız biz.


Evet tarafız; tuttuğumuz takım belli, rengimiz belli.


Evet subjektifiz; her attığımız gol nizami, bize çalınan her faul hatalı, aleyhimize verilen her penaltı eyyamdır.

Hep haklıyızdır.
Kazandıysak büyüklüğümüzden, kaybettiysek hakem yüzündendir.
O kavgayı hiç bir zaman biz başlatmayız, bizi kışkırtmışlardır.
Futbolcumuzun rakip tribünlere yaptığı hareket o formayı ne kadar sevdiğini göstermek istediğindendir. Yoksa en centilmen futbolcular her zaman bizimkilerdir.

Yensek de yenilsek de yanındayızdır elbette ama evet, hep kazanmak isteriz. Biz o Şampiyonluk pastasının tadını biliriz, o yüzden de hep yemek isteriz.


Bazen cebimizdeki son parayla maça gideriz.

Bazen o çok sevdiğimiz kızla ilk buluşmayı kaçırma pahasına maça gideriz. Kızdan da maçtan da vazgeçmez, kızı ilk buluşmada maça getiririz.
İşini, eşini, adını, hatta dinini değiştirir ama takımını değiştirmez gerçek taraftar.

İşte bu ve benzeri binlerce sebeple taraftarlık, şampiyonluk, mutluluk ne kadar istense de öyle iki kelime yazıyla anlatılacak iş değildir, öyle akıllı mantıklı adam işi hiç değildir yani.


Ben yine saldım çayıra mevlam kayıra yol almışım gidiyorum, hadi artık yavaştan Göztepe maçına girişeyim.

Yok yine girişmeyeyim; Şampiyonluğu Alanya maçından başlayarak anlatmak istiyorum.

 
Maç günü 13.45 uçağıyla direkt Alanya’ya gitmek üzere biletimi almıştım. Uçağın kalkmasına yarım saat kala, İstanbul’da hava çok güzel olmasına ve Antalya’da hava 24 derece olmasına rağmen Alanya havalimanının rüzgar dolayısıyla kapandığını ve uçağımızın 17.30’a ve Antalya’ya alındığını öğrendik. Aynı uçakta gelecek olan bazı Galatasaray taraftarları maça yetişemeyeceklerini düşünüp  biletlerini iptal edip gitmekten vazgeçtiler.  Ben ne yapıp edip sonraki ilk Antalya uçağına (16.15) biletimi değiştirdim. Maç 19.00’daydı ama benim uçağın Antalya’ya inmesi ve benim çıkmam 17.30 civarı olacağı için hemen turizm şirketinden bana bir araç ayarlamalarını rica ettim. Fiyatını buraya yazmayayım ama benim bütçeme göre yüksek bir rakama Mercedes Vito ayarladıklarını söylediler. Ben de Mercedes’e gerek yok, normal binek bir araç da olur dedim. Onlar da başka araç olmadığı için Vito’yu göndereceklerini söylediler. Mecburen tamam dedim. Bir araba parasının pazarlığı mı olur demeyin; en nihayetinde kendi kazandığı parayı harcayan, bunca yıldır bütün deplasman paralarını cebinden ödeyen bir kişiyim. Malum şu devirde her türlü harcamamın hesabını yapıyorum ki ileride öngöremediğimiz şartlarda yaya kalmayalım.
Neyse efendim maça mümkünse ekonomik yollarla gitme çabam Antalya’ya inince meyve verdi. Bekleyin görün. 
Tur şirketinin verdiği numarayı arayıp merhaba, ben Sibel alandan çıktım, neredesiniz dedim. Karşıdaki ses, anlamaz bir tonla efendim? dedi. Ben de siz beni Alanya’ya götürecek Vito değil misiniz dedim. Adam hayır yanlış numara dedi. Ben tekrar tekrar, Alanya’ya Galatasaray maçına gitmek için beni alandan alacak kişi siz değil misiniz diyorum. Adam ısrarla hayır diyor. Peki deyip kapadım ve tur şirketinin arayıp niye yanlış numara veriyorsunuz, zaten geç kalıyorum diye hafiften(!) serzenişte bulundum. Bu arada saat 17.30 ve ben yavaştan geriliyorum. 5 dakika sonra numaranın doğru olduğunu, adamı arayıp teyit ettiklerini söylediler. Adamı tekrar aradım ve biraz önce niye yanlış numara dediniz diyorum; adam diyor ki siz Vito dediniz ama??!!!… Yarabbim, sen beni nelerle sınıyorsun deyip biraz yutkundum ve tamam kardeşim sen yeter ki gel, ben çıkış kapısının önündeyim dedim. Ben de çıkış kapısının önündeyim dedi. Burda böyle bir araç yok, olsa görürüm diyorum. Israrla ben de kapıdayım diyor. Neyse başka bir kapıda olduğunu anlaması ve benim yanıma gelmesi de bir 10 dakika daha sürdükten sonra nihayet geldi. Bu müthiş pratik zekalı şoförümüz tamam da gelen aracın 25 kişilik servis minibüsü olmasına kaç puan veriyorsunuz?
Mercedes olmayınca bunu bulmuşlar. Allahım sana geliyorum diyeceğim ama henüz önümde 1,5 saatlik bir yol var ve Alanya maçına yetişmem lazım. Sana başka zaman gelirim artık. 

Yola çıktığımızda saat 18.00’e geliyordu zaten ve 1,5 saatte gideceğimizi sandığım yol 2 saati aşkın sürdü. Şoför, zaten hızlı gidemeyen arabayı daha da yavaş kullandı,  sürekli yol tarifi aldı ama arada kayboldu, yanlış yola girdi, geri döndü ve nihayet maçın tam 45. dakikasında beni stada getirebildi. Yolda maçla ilgili bilgileri sürekli aldığım için benim için orada olmanın önemi daha da arttı. Maç zordaydı.
Dünyanın en zeki en mantıklı insanları da olsalar, tamamen pozitif bilime dayanan işler de yapsalar,  taraftarlar bazen anlaşılmaz batıl inançları olan insanlardır. Bunları yazıyorum çünkü ben de bu maça gitmem gerektiği ve ancak ben maça gidersem yenebileceğimiz gibi bir inançtaydım. Hiç şaşırmayın, işte taraftarlık böyle saçma sapan totemlerin, inançların olduğu tuhaf bir müessese.
Bir ara hatırlatın da maç totemleri yazayım. Hatta sizin de garip totemleriniz varsa onları da yazın da yazı iyice şenlensin.

Devre arasında beni gören gözlerin rahatlaması, sen geldiğine göre maçı alırız demeleri benim totemimin herkes tarafından kabul edildiğini gösteriyordu 2. devre forvet değişikliğinde beni oyuna alacaklarından değil hoş, bu yıl ayağımın uğuru tescillendiğinden…

Bu arada lige yeni de çıkmış olsa 1. ligde oynayan bir takımın böyle görüş açısı olan stadı olur mu yahu?

 

Sahayı zar zor da görsek çok zor geçen maçı ucu ucuna 3-2 kazandık ve hepimiz rahatladık. Alanya deplasmanı hem çok kısa olduğu için hem de Şampiyonluk yazısında bahsederim diye özellikle yazmamıştım ama şimdi bakınca o kadar da kısa değilmiş, hala devam ediyor. J

 

Dönüşte Alanya havalimanı hala kapalı olduğu için otobüslere binip Antalya’dan uçmak üzere yola çıktık. Yani Alanya’da kaldığım süre toplam 1 saatti. Maç sebebiyle Bükreş’e, Atina’ya hatta Yekaterinburg’a bile günübirlik gitmiştim ama bir yere sadece 1 saatliğine gitme deneyimini yine Galatasaray sayesinde tatmış oldum. 1 saat için saatlerce gidip dönmek hem yorucu hem pahalı ama İstanbul’a 3 puanla dönmüş olmanın mutluluğu paha biçilemez.


Bitime 1 ay kala,  2 deplasman kalmıştı ve istatistik bilimi yanılmazdı; gitmediğim tüm maçlarda Galatasaray yenilmişti, gittiğim tüm deplasmanlarımda da galibiyetim garantiydi. Ancaaak sonraki Akhisar deplasmanına gidemeyecektim. Aylar öncesinden ve benim yaptığım bir organizasyon sebebiyle arkadaşlarımla yurtdışı seyahatim vardı ve programı değiştiremezdim. Galantor arkadaşlarımdan tatil biletini değiştir, yeter ki maça git, sonraki seyahati ben karşılayacağım bile diyen oldu ama Galatasaraylılığımdan daha önemlisi verdiğim sözler olduğu için seyahate gittim ama ya yenilirsek vicdan azabından ölürüm diye de içim içimi yedi. Neyseki istatistik bilimi yanıldı ve o maçı kazandık.


 

Sezon başı fikstür açıklandığında şartlar ne olursa olsun Göztepe deplasmanına gideceğim demiştim. O zaman bu maçın Şampiyonluk maçı olacağını bilemezdim tabi. İzmir’in tek temsilcisi Göztepe, maçlarını 9.250 kişilik Bornova stadından oynadığından Galatasaray taraftarına son derece kısıtlı sayıda bilet ayrılmıştı. İzmir’in diğer büyük stadlarında Passo Lig uygulaması olmadığı ve maçı başka yere alma şansı da kalmadığı için bilet sıkıntısı baş göstermişti.
Allahtan aylar önce ve maç yaklaştıkça defalarca gitme isteğimi bildirmiştim de bilet ve uçak organizasyonunda zor da olsa yer bulabildim. Hiç şaşırmayın, yıllardır hemen her maça gitsek de,  bilet ve kontenjan sıkıntısı olan maçlarda, kimi hatırı sayılır kişilerin bir tanıdığının birden maça gitme isteği depreşir ve tepeden inme sizin yerinizi alabilir. Yani bazen bize bile lolo ama ne yapalım, babamın oğlu yapsa çekmeyeceğim şeylere Galatasaray aşkına katlanıyorum işte.

 

 

Maçtan bir gün önce kafileyle İzmir’e uçup takımın havasını görme şansı buldum. Zaten 2 hafta önce gittiğim antrenmanlardan birinde başta Fatih hocamın ve takımın ne kadar konsantre olduğunu yakınen görmüştüm zaten ama uçakta bir kez daha emin oldum ki biz İzmir’den Şampiyon olarak dönecektik.

İzmir’e uçtuğumuz 18 Mayıs Cuma günü İstanbul’un pek çok yerinde yollar trafiğe kapanacağından uçağa geç kalmamak için erkenden yola çıkayım dedim ama fazla erken çıkmışım, çünkü 15 dakika sonra alanda oldum. Uçağa daha saatler olduğu için tur görevlisi arkadaşımızın biniş kartlarını düzenlemesine yardımcı oldum. Benim gibi erken gelen ve bekleyen arkadaşların yanında (yazar burda şahitleri olduğu imasını yapıyor)  biniş kartları tomarını elime alıp yarınki maçın adamı olacak kişinin kartını çekeceğim dedim ve bilin bakalım kim çıktı; Gomis!


Yanında karta yapışmış Latovlevici’nin kartı da geldi ama bonusu sayılmaz; maçın adamının Gomis olacağına 18 Mayıs 2018 saat 15.00’de karar verilmişti artık.

 

Uçakta Muslera hemen arka sıramda oturuyordu. Önceki haftalarda bir türlü almaya fırsat bulamadığım formasını şampiyonluktan sonra alma sözünü aldım. Uçaktaki fotoğraf yasağını, maçlarda efsane kurtarışlarını yaptığı o değerli parmaklarını çekerek deldim. Uuu çok haylazım. J


Şaka bir yana, toplasanız en fazla 6 – 7 futbolcuyla resmim vardır zaten. Kişilere değil renklere tutkun olduğumdan gelir geçer kişilerle pek fotoğraf çektirmeyi sevmem. E artık yaş da fotoğraf çektirebilir miyiz çağını epeyce geçtiğinden artık neredeyse hiç çektirmiyorum. Zaten burdakiler de hep eskilerden farkettiyseniz…



Alanda yıllardır hiç görmediğimiz bir şekilde inanılmaz bir karşılama vardı. Bir baştan bir uca bu takıma ve şampiyonluğa inanan binlerce insan doldurmuştu alanı. Ben zaten biliyordum da artık diğerleri de iyice emindi şampiyon olacağımızdan. Video yüklenemedi. 🙁


 
İzmir’de maç seyahatlerinde hep kaldığımız Swissotel’de kaldık. Deplasmanlar genelde takım başka bir otelde kalır ama bu sefer aynı oteldeydik. Bilgi olarak söylemek gerekirse, aynı otelde bile olsak takım başka bir katta kalır. O katta ve takımın yemek yediği, toplantı yaptığı, hatta birbirine şaka yaptığı her yerde bir güvenlik görevlisi bekler ve kimsenin burnunu içeri sokmasına izin vermez.
 
Gerçi katlara çıkış yasaktı ama otelin lobisi gittiğimizden itibaren tıklım tıklım doluydu. Takım şampiyonluk maçına çıkacak, heyecan vardır, konsantrasyon vardır demeden, çoluk çocuk, genci yaşlısı onlarca insan birini görmek, bir fotoğraf çektirmek ya da imza alabilmek için inatla bekledi. 2 aylık çocuğuyla saatlerce bekleyen vardı. Oteldeki bekleyişleri sonuç vermedi ama günün sonunda herkesin beklentisi fazlasıyla sonuç verdi neyse ki.

Ertesi sabah otelde takım doktorundan, malzemecisine kadar gördüğüm herkesin gözleri kıpkırmızıydı. Belli ki gece kimsenin gözüne uyku girmemiş. Ben rahat rahat uyuduğum için azıcık pişmanlık duymadım değil ama ben emindim diyorum anlamıyorsunuz. J

Maç günü İzmir’de hava kapalı ama inanılmaz sıcak ve nemliydi. Buna rağmen güzel İzmir’in 19 Mayıs coşkusuna tanık olmak ve oteldeki stresli havadan biraz uzaklaşmak için dışarı çıkmaya karar verdim. 



Otelin bahçesinde orijinal Bottero heykeli görmekten çok mutlu oldum. Güzel İzmir’in modern yüzü de güzelmiş. Yıllar önce İtalya’nın küçücük sanat şehri Pietra Santa’daki açık hava sergisinde gördüğüm Bottero’yu farklı çizgisi sebebiyle oldukça beğenirdim zaten. Kendi yurdumda kalıcı olarak görmekten daha da mutlu oldum.


İzmir’in sokakları bayraklarla donatılmıştı ve her yerde İzmir Marşı çalıyordu. Ancak Kordon’da denizin pisliğine inanamayarak kendimi yolun karşısına attım ve İzmir’de bir vaha daha buldum.
 
Arkas Holding’in eski bir binadan dönüştürdüğü kültür merkezinde çok güzel bir resim sergisine denk geldim. Empresyonizmin(İzlenimci) Türkiye’deki öncü ressamlarından oluşan sergi, çoğunlukla Arkas Holding’in koleksiyonundaki eserlerinden seçilmişti.   http://www.arkassanatmerkezi.com/article.aspx?pageID=5
Diğer pek çok sanatseverin(!) aksine, içerde fotoğraf çekmek yasak olduğu için çekmedim, o yüzden size fotoğraf gösteremiyorum ama sergiyi çok beğendim ve İzmir’de oturanlara mutlaka tavsiye ederim. 


Ara ara atıştıran yağmura rağmen sokaklarda gezip ufak çaplı gösterilere katılıp maç saatine yakın otele döndüm.


 

19.00’da başlayacak maç için 17.30’da otelden ayrıldık ve Bornova Stadı’nın yoluna koyulduk.

Hep söylüyordum, ligde her zaman İzmir’den bir takım olsun diye. Hele ki bu ateşli taraftarı olan Göztepe’yse daha da güzel diye düşünüyordum ama Göztepe taraftarları maç boyunca bu fikrimi değiştirmek için ellerinden geleni ardlarına koymadılar sağolsunlar.

 

Bizi, hem yer sorunu hem de maçtan sonra çabuk çıkabilmemiz için Göztepe taraftarlarının arasına oturtmuşlardı. VIP bölümünde de olsa Göztepe taraftarı oldukça gergin ve saldırgandı. Güvenlik görevlileri renklerimiz aynı da olsa hiçbirimizin sarı-kırmızı bir şeyler takmasına izin vermedi ama her halimizden rengimiz belli olduğundan maç oldukça stresli geçti.


Gomis’in golünden sonra çıkabilecek büyük olayları polis engelledi. Göztepe’nin maçı kazansa da kaybetse de, durumunda bir değişiklik olmayacaktı, o yüzden bize karşı olan hırsını anlamakta zorlandığımı söylemeliyim. Gerçi sahaya mutlaka kazanmak için çıkmalıydı, bize yatacak hali yoktu elbette ama ben bu nefreti ve şiddeti anlamıyorum.

 

 

Maç bitmiş, Şampiyon olmuşuz, sevinmeyelim, bağırmayalım diye başımızda bekliyorlar. Dışarı çıktık, otobüslere binmeden kendi aramızda biraz fotoğraf çektirip biraz da tezahürat yapalım, üçlü çekelim dedik ama ona bile tahammül edemediler ve üstümüze ayran attılar.


Bilin bakalım o ayran kimin üzerinde patladı. Yine bildiniz, ben! Gerçi olsun biz Şampiyon olmuşuz artık, o anda isterlerse Molotof patlatsınlar, kimsenin umurumda olmazdı. Biz Şampiyonduk olmuştuk ya, gerisi kimsenin umrunda değildi.


 

Maç öncesi stresi, maçta bağıramama stresi, maç bitti hala bağıramamanın stresi bizi biraz düşürdü sanırım. Otobüste dönüş yolunda tezahüratlar yapsak da herkesin üzerinde tuhaf bir ağırlık vardı.
Alanda takımı göremedik diye fazla hay huy da olmadı. Uçak en büyüklerden olduğu ve takım arkadan bindiği için takımı da görüp havaya giremediğimiz için uçakta da ilk anda fazla bağıramadık. Neyse ki hocam imdadımıza yetişti de Şampiyon olduğumuzun ayırdına vardık. Video yine yüklenemedi 🙁

İstanbul’a indiğimizde takım, sivil havacılıktan çıktığı için çıkışta da göremedik. Yani anlayacağınız yalan oldu bizimkilerin takımla Şampiyonluk kutlama hayalleri ve elbette ki benim Muslera formam. Olsun be Muslera, gün gelecek “bir gün benim resmimi de oraya koyacak mısın” dediğin yerde yerini alacaksın inşallah.
 

 

Bu arada İzmir’den bizden daha yorgun dönenler de vardı. J

 


Uçakta fotoğraf çekme yasağını 21. Şampiyonluk Pastasını çekerek bir kez daha deldim. Önce parmaklar, şimde de pasta. Bu seyahatte çok anarşist gördüm kendimi canım. 
J

 
Şampiyonluk pastası vardı ama Şampiyonluk Kupası yoktu haliyle. Dün gittiğim Başkanlık seçiminde yakaladığım ve olabilecek en güzel tarihte gelen (19.05) kupayı doya doya seyredelim diye buraya koyuyorum. 
 


Göztepe gibi zor bir deplasmandan sağsalim ve Şampiyon olarak döndük ya, Metin Oktay’ın dediği gibi “Sonra dedim ki; iyi ki Galatasaraylıyım be!”

You Might Also Like...

3.267 Comments

    Anonim için bir cevap yazın Cancel Reply